
Raif Türk Anısına… VEYSİ POLAT Büyük su bardağında demli çay isterdi hep. Bir de küçük oğlunu, Erman’ı, bana emanet edişini dün gibi hatırlıyorum. 1992 yılıydı. Yeni Ülke ve Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır bürosunda ofisboyluk yapıyordum. Büro Haber Şefimiz Raif Türk’tü. Disiplinli, sözü ölçülü ama yönlendirmesi güçlü bir insandı. Kalemi keskin, cümleleri berrak bir gazeteciydi. O […]
Raif Türk Anısına…
VEYSİ POLAT
Büyük su bardağında demli çay isterdi hep.
Bir de küçük oğlunu, Erman’ı, bana emanet edişini dün gibi hatırlıyorum.
1992 yılıydı.
Yeni Ülke ve Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır bürosunda ofisboyluk yapıyordum.
Büro Haber Şefimiz Raif Türk’tü.
Disiplinli, sözü ölçülü ama yönlendirmesi güçlü bir insandı.
Kalemi keskin, cümleleri berrak bir gazeteciydi.
O dönem Diyarbakır gibi bir şehirde büro şefi olmak, sadece haber yönetmek değil, aynı zamanda bir direniş biçimiydi.
Araya kör kurşun girdi.
Dayım Hafız Akdemir katledildiğinde beni İstanbul’a gönderdiler.
O gidiş, Raif abiyle aramızdaki son temas oldu uzun süre.
Haber kokusunu birlikte aldığımız sokaklardan uzaklaştım, o ise Diyarbakır’da başka bir mücadeleye yöneldi.

Vefatından bir ay önce yönetmenliğini yaptığım “QET-HİÇ” isimli filmimizin galasında da bizi yalnız bırakmamıştı.
Yıllar sonra, 2009’da, ulusal bir gazetede Haber Müdürü olarak çalışırken, telefonda hayat hikayesini anlatmıştı bana. “Seninle gurur duyuyorum” deyişi kulağımdan hiç gitmedi. O cümle, bana meslektaş dayanışmasının en saf halini hissettirmişti.
2013’te memlekete kesin dönüş yaptım. Film denemelerinden sonra Abori’yi kurmaya karar verdim. Ekonomi dergisi fikri, o günlerde çoğuna “uçuk” gelmişti. Ama Raif abi bu fikri dinlediğinde, yüzünde o tanıdık tebessüm vardı. “Zor olur, ama doğru olur” demişti.
Abori’nin ilk yıl dönümünü kutlayacağımız geceye davetiyesini DİMER’e bırakmıştım. Ameliyat sonrası iyileşme sürecindeydi, Ankara’ya kontrole gitmişti. “Ama Raif abi dün gitti,” demişlerdi. Moralim bozulmuştu.
Gece başladı, salon doldu. Mikrofon elimdeydi. Birden, filinta gibi kapıdan içeri girdi. O an hissettiğim şey, bir öğretmenini yeniden görmenin huzuruydu. Mikrofonu ona uzattım. Dedi ki:
“Madencilikten önce öğretmenlik ve gazetecilik yaptım. O dönem çalıştığım gazetelerde bir çocuk vardı, masaları siler, bize çay getirirdi. Yıllar geçti, o çocuk bir gün telefonun ucunda Haber Müdürü olarak mükemmel bir haber yaptı. Bugün de Genel Yayın Yönetmeni olarak bizi burada buluşturdu.”
O an konuşamadım.
Gözlerim doldu.

Raif abi, hayatı boyunca üretimin, emeğin ve bilginin izinden gitti.
Öğretmenlikten gazeteciliğe, oradan madenciliğe uzanan bir yolculuk yaşadı.
Dozerle mermer çıkarıp katır sırtında taşıdığı günlerden, 70 ülkeye ihracat yapan bir sanayi imparatorluğu kurmaya uzanan bir öyküydü onunki.
DİMER’i “bir okul” olarak tarif ederdi. Gerçekten de öyleydi: O okulda işçiler usta oldu, ustalar mühendislerle birlikte üretimi yönetti. Eğitime verdiği önem, yalnızca okullar yaptırmasında değil, her çalışanın içindeki potansiyele inanışında da gizliydi.
Siyaseti hiç düşünmedi, çünkü “işini iyi yapan insan, zaten topluma hizmet ediyordur” derdi.
Diyarbakır’ı terk etmedi, taşla konuşmayı, taşla inşa etmeyi seçti.
Onun inandığı şey, emeğin kutsallığıydı.
Bugün, ölümünün üçüncü yılında, hem Diyarbakır’ın hem Türkiye’nin yetiştirdiği nadir insanlardan biri olarak hatırlıyoruz onu. Gazeteci, öğretmen, madenci, hayırsever, bir baba…

Raif Türk, bir insanın hem kalemle hem kazmayla iz bırakabileceğini gösteren ender örneklerden biriydi.
Ve biz, o izleri takip ederken bir kez daha anlıyoruz:
Gerçek zenginlik, arkasında bıraktığın insandır.
Saygıyla, minnetle…

40 yıllık firma Diyarbakır’da mağaza açtı, iş insanları buluştu19 Ekim 202509:36 Diyarbakırlı kuaför dünya 2’ncisi oldu14 Ekim 202516:39 Diyarbakır’da Kürt sanayicisi cezalandırılıyor14 Ekim 202513:01 Diyarbakır’da 9 gün boyunca sanat, müzik ve lezzetle buluşacak11 Ekim 202515:30 Diyarbakır’da gazeteciler barışı konuştu: Önce dilimizi değiştirelim11 Ekim 202515:26