Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam

YAŞANAN PANDEMİNİN EKONOMİK ETKİLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / ŞÜKRÜ ADANIR YAZDI

 ŞÜKRÜ ADANIR (Ortadoğu Sanayici ve Girişimci İş İnsanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı) Bilindiği gibi pandemiye dönüşen Covid-19 salgını küresel düzeyde  yaşamsal bir krize dönüşmüştür. Ekonomik ve teknolojik anlamda üst düzeyde olan ülkelerin yönetimleri bile bu salgın karşısında çaresizlik içerisinde kalmışlardır. Bilim dünyası virüsü kontrol altına alabilecek yeterli verilere sahip olmadığından geleneksel deneyimleri hayata geçirerek, sosyal […]

YAŞANAN PANDEMİNİN EKONOMİK ETKİLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ / ŞÜKRÜ ADANIR YAZDI
  • 10 Mayıs 2020 17:58

 ŞÜKRÜ ADANIR

(Ortadoğu Sanayici ve Girişimci İş İnsanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı)

Bilindiği gibi pandemiye dönüşen Covid-19 salgını küresel düzeyde  yaşamsal bir krize dönüşmüştür. Ekonomik ve teknolojik anlamda üst düzeyde olan ülkelerin yönetimleri bile bu salgın karşısında çaresizlik içerisinde kalmışlardır. Bilim dünyası virüsü kontrol altına alabilecek yeterli verilere sahip olmadığından geleneksel deneyimleri hayata geçirerek, sosyal izolasyon yöntemini tüm dünyaya tavsiye etmiştir.

Bu sosyal izolasyon insanların evlerinde yaşamalarını, ortak yaşam alanların ve işyerlerinin kapanmasını, seyahatin yasaklanmasını ve dolayısı ile üretimin alt düzeylere indirilerek, ekonomik faaliyetleri üst düzeyde etkilemiştir.

Sürekli dillendirdiğimiz bölgesel sorunlar ulusala ve hatta küresele dönüştüğünü görüyoruz. Dolaysıyla Covid-19 sağlığımızı etkilediği kadar, yaşamsal özelliğe sahip ekonomimizi de etkilediği ve sağlığımızı ile birlikte ekonomimizi de korumanın yollarını araştırmalıyız.

Salgının yarattığı korku tüm sektörlerde etkisini göstermiştir. Önümüzdeki günlerde üretimin düşeceği, işsizliğin artacağı, piyasalarda oluşacak güvensizlik ortamı ile birlikte ticari ilişkilerin zayıflayacağı ve beraberinde etkisini uzun bir süre hissettirecek ekonomik krizin doğması kaçınılmazdır.

Salgın nedeniyle ekonomik faaliyetlerin %20 oranında yavaşlayacağını düşünürsek, GSYH’ ya bir aylık etkisinin 65 milyar olacağı ve salgının daha uzun sürmesi durumunda telafisi mümkün olmayan sonuçlara mal olacaktır. Hükümetin uygulayacağı politika veriye dayalı, koordineli, mikro düzeyde organize edilmiş, kısa sürede sonuç verecek bir eylem planını hayata geçirmelidir.

Bu eylem planı olabildiğince şeffaf ve tüm bileşenleri içinde bulundurarak yapmalıdır.

Siyasi hesaplaşmalardan uzak ve kimseyi ötekileştirmeden yapılmalıdır. Ülkemizde kutuplaşmaların yaşandığı bir dönemde virüs ile ilgili uygulanacak politikaların tüm kesimi bir araya getirecek, tüm bireylerin kendini piramidin bir parçası olarak hissettirecek bir avantaja da dönüştürülebilir.

Bir çok bilimsel araştırma ikinci bir dalga ya da artçı ataklardan söz ettiğini biliyoruz. Mücadelede bu noktayı da göz önünde bulundurularak yapılması gerekmektedir.

Çözüm önerilerini genişletecek olursak, hükümet salgına karşı sürdürdüğü mücadelede salgının uzun dönemli ekonomik etkilerini dikkate alarak politikalar geliştirmelidir.

Piyasalara transfer yöntemi ile gelir kaynakları yaratmalıdır.

Vergi, kredi, sigorta primleri gibi kamusal borç ertelemeleri yapmalı ve bu ertelemeler kriz sonrası ödenebilecek makul süreler ve miktarlar da olmalıdır. Borçların tamamının yıl sonuna ödenmek üzere ertelenmesi çözüm odaklı olamaz aksine yeni mağduriyetlerin doğmasına zemin hazırlamaktır.

Salgının farklı yaş aralıklarını farklı yönde etkilediğini mevcut verilerden anlamaktayız. Dolaysıyla yaş bazlı ekonomik politikalar geliştirmelidir.

Bir çok araştırma şirketlerinin iş dünyası üzerinden yaptığı araştırmalarda krizin en az bir yıl süreceğini ifade etmektedir. Bu sürenin iş dünyası için bir felaketin habercisi olduğunu söyleyebiliriz.

Şirketlerin en çok finansman erişim sıkıntısı yaşadıklarını ve bu durumu sürekli beyan ettiklerini biliyoruz. Buna karşılık özel sektör bankalar tüm krizlerde olduğu gibi tefeci mantığı ile çalıştıklarını, müşterilerine güvenmediklerini, zor gün dostu olmadıklarını bir kere daha anlamış olduk.

Finansal istikrarın sürdürebilirliği için bankacılık sektörünün fon temini ve dağılımında üstlendiği görevleri rekabet ortamının gerektirdiği sorumluluk, şeffaflık ve hesap verilebilirlilik gibi modern evrensel ilkelere uygun bir şekilde hareket etmesi gerekirken bu süreçte faiz indirimi, kredi kullandırılması gibi temel görevlerini yerine getirmedikleri gibi daha önce kullandırmış oldukları vadeli kredileri defaten nasıl tahsil edebiliriz gibi hazırlıklar yapma çabası içerisine girmişlerdir.

Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi kapsamında sunulan destekler olan vergi, SGK primi ertelenmesi, asgari ücret desteği, kısa çalışma ödeneği destekleri yüksek düzeyde kullanılabilir ve faydalı olduğu kabul etmekle beraber bu desteğin küçük ve orta ölçekli şirketler başta olmak üzere yeterli iyileştirmenin sağlamadığını görüyoruz. Bu paket kapsamının sektör el anlamda genişletilmelidir.

Yaşanan süreç ile gelinen nokta ya bakıldığında Türkiye’de hareketlilikteki azalmanın Avrupa’nın gerisinde olduğunu yapılan araştırmalardan anlamaktayız, bu da sevindirici bir durum.

Hükümetin bu yöndeki politikaları iyi olduğunu kabul etmekle beraber, eksikliklerinin de olduğunu söylemek gerekir. Bu eksikliklerin giderilmesi için demokratik yöntemler ile eleştirilmeli ve hükümette bu eleştirilere kulak vererek, değişimlere açık olmalıdır.

Üzülerek şunu da belirtmek isterim ki Diyarbakır’da bazı iş çevreleri hükümetin politikalarını değerlendirmeden, sorgulamadan hükümete yaranma çabaları içerisinde yaptıkları destek açıklamaları başta hükümet olmak üzere ilgili tüm çevrelere zarar vermektedir.

Hükümetin bölge ile ilgili verdiği kararlarda bu tür çevrelerin söylemlerini dikkate alması ile yanılgıya düştüğünü düşünüyorum.

Demokratik sınırlar içerisinde yapılan eleştirinin bir suç olmadığını ve bu eleştirilerin daha iyisini yapmak için sarf edilen bir çaba olduğu bilinmelidir. Bölgemizin Cumhuriyet tarihi boyunca ekonomik gelişmişlik durumunun istenilen durumda olmadığını resmi veriler net bir şekilde gösterirken, Diyarbakır Ticaret Odası’nın “Kriz varsa, fırsatta var” gibi bölgesel gerçeklikten uzak olan bu açıklaması, bölgesel verileri dikkate almadan veya popülist anlamda söylenmiş bir ifade olarak görmekteyiz.

Sonuç olarak her kesimin belli bir oranda fakirleşeceği bir durum ile karşı karşıyayız. Fırsat beklentisi içerisinde olmadan ve dayanışma ruhu içerisinde bir bütünlük sağlayarak, hiç kimseyi ötekileştirmeden, herkesimi kazanmak üzerine adımlar atmalıyız.

Temennilerimiz gerçeklikten uzak olmamalı, aksi takdirde hayal kırıkları yaşamak kaçınılmaz olur.

Siyasi hesaplar üzerinden atılacak adımların telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracak bir süreç içerisinde olduğumuzun unutulmaması dileğiyle.