Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam

Diyarbakır’da gazeteci olmak, basın etiği ve kurum kimliği ardına sığınanlar…

VEYSİ POLAT Mesleğe ofis boyluktan başlayan, “alaylı” diye tabir edilen bir çıraklık döneminden geldim bugünlere. Özgür basının ilk göz ağrılarından haftalık Yeni Ülke Gazetesi’nin Suriçi’ndeki bürosu ilk durağımdı. Cesur insanların bir araya geldiği, paylaşıma, insanlığa ve de vefaya değer verenlerin adresiydi adeta bu mekan. Onlardan önce kepengi açıp halıfleksli odaları sarı süpürgelerle temizlemek, masalarının tozunu […]

Diyarbakır’da gazeteci olmak, basın etiği ve kurum kimliği ardına sığınanlar…
  • 26 Nisan 2019 01:55
  • 26 Nisan 2019 02:03

VEYSİ POLAT

Mesleğe ofis boyluktan başlayan, “alaylı” diye tabir edilen bir çıraklık döneminden geldim bugünlere.

Özgür basının ilk göz ağrılarından haftalık Yeni Ülke Gazetesi’nin Suriçi’ndeki bürosu ilk durağımdı. Cesur insanların bir araya geldiği, paylaşıma, insanlığa ve de vefaya değer verenlerin adresiydi adeta bu mekan. Onlardan önce kepengi açıp halıfleksli odaları sarı süpürgelerle temizlemek, masalarının tozunu almak, kaçak çaylarını demlemek benim için bir şerefti.

Onlar; gazeteciliğin ateşten gömlekle eşdeğer olduğu bir dönemde kefeni cepte gezenlerdi. Ama korkmadan, ama yılmadan… Bir habere giderken, çıkışta zarfta para ikramları ile gazetecilik yapmadan… Ismarlama haberlerle kamuoyunu yanıltmadan… Tetikçilik yapmadan… Birilerinin yalakalığını yapmadan… Bir haberin ana unsuru olan “5N+1 K”yı; 30 yıl önce klavye tuşlarına dokunmadan zihinlerinde bellediler; “Bir sorunun yanıtı yoksa o haber eksiktir” dediler. O nedenle halk nezdinde hem itibar sahibiydiler hem de birer kahramandılar.

Gel gelelim günümüz gazetecilerine… 20 yıl memleketinden zorunlu olarak uzak kalmış, bir dönem şerefle masasına çay taşıdığım; öz dayım ve aynı zamanda meslektaşımın katledilişine tanıklık etmiş ve cesedini taşımış biri olarak; dönüşte karşılaştığım habercilik anlayışından utanç duyuyorum.

Gelen bir haber istihbaratını sorgulamadan manşete taşıyan, suçlayan ve suçlanandan bir tarafı sadece ele alan bir anlayışa ben gazetecilik yapıyor demem. Ya da son yıllarda Diyarbakır’daki kimi kurum ve kuruluşlarda sosyal medyada boy göstermek için adeta yarış içinde olan; kendisinin haberini yapana, manşete çıkarana şahsi değil, bağlı olduğu kurumun tüm imkanlarını seferber edene de itibar göstermem. Bu anlayışla hem haberi yapan  hem de haberi yaptıran ne kendini ne de toplumu kandırmasın! Meydan da kendilerine kalmış zannetmesin!

Gerçeğin peşinde koşan, yalaka ve yandaş olmadığı için işinden olan ama telifli olarak üç-beş yere onuruyla haber yazan meslektaşlarımız daha nefes alıyor. Sadece ve sadece gerçeği yazdıkları için beyinlerinde patlayan mermilerin sesleri henüz kulaklarımızdan gitmedi. Gül suretleri de hafızalarımızdan henüz silinmedi.

Musa Anter’in ardıllarıyız dedik kendimize…

Bana emanet edilen Hafız Akdemir’in kanlı kalemi mumyalanmış vaziyette masamın baş köşesinde.

Cebindeki tanıtım kartıyla kendini gelebileceği en üst mertebede sanan meslektaşlarıma iki çift lafım var. Kaleminizi satmayın! Bu halkın belleği güçlüdür; bu şekilde devam ederseniz yarın sokakta gezemez hale gelirsiniz!

İki çift laf da kurumsal kimliğin ardına sığınanlara;

İrademiz sizin zarflara sığdırdığınız paraları tar u mar eder…

Tarafsız olun; adil olun…

Yoksa yarın yaptıklarınızla teşhir olursunuz…