Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam

Umutlarımız ve o umutları taşıyacak gücümüz eksik olmasın

CAFER SOLGUN Jean Paul Sartre, “Belki daha iyi zamanlar vardır ama bizimki budur” demiş. İnsanlık hali, bazen hayata dair sorunlar, sıkıntılar, zorluklar sıkboğaz edince, Sartre’ın bu sözünü hatırlarım. “Keşke” hayıflanmasının bir anlamı yok çünkü. Bir anlamı olmadığı gibi, aksine insanın hedefleri, amaçları doğrultusunda çaba gösterme istek ve azmini, yapabilme enerjisini sönümlendirmekten başka bir sonucu da […]

Umutlarımız ve o umutları taşıyacak gücümüz eksik olmasın
  • 30 Aralık 2021 13:26

CAFER SOLGUN

Jean Paul Sartre, “Belki daha iyi zamanlar vardır ama bizimki budur” demiş. İnsanlık hali, bazen hayata dair sorunlar, sıkıntılar, zorluklar sıkboğaz edince, Sartre’ın bu sözünü hatırlarım. “Keşke” hayıflanmasının bir anlamı yok çünkü. Bir anlamı olmadığı gibi, aksine insanın hedefleri, amaçları doğrultusunda çaba gösterme istek ve azmini, yapabilme enerjisini sönümlendirmekten başka bir sonucu da olmaz.

O yüzden her ne yaşıyor ve yaşayacaksak, bu zamanda olacak.

Başarılarımız, başarısızlıklarımız; yaptıklarımız, yapamadıklarımız, yapacaklarımız; acılarımız, üzüntülerimiz, sevinçlerimiz; her yeni yılda devreden umutlarımız, dilek ve temennilerimiz için “sahne” bu zamandır…

Farkında olsak da olmasak da sahnedeyiz. Farkında olmak, hedeflerin, amaçların, ihtiyaç ve beklentilerin için bir uğraş ve çaba içinde olmanın gerekçesidir. Farkında olmamak ise, sürüklenmek…

Çevrenize bakın bir, sürüklenerek yaşayan ne çok insan olduğunu göreceksiniz. Mutsuz, memnuniyetsiz, yaşadığı zamanın, hayatın kıymetini bilmeden, çabasıyla, varlığıyla anlamlandırmadan yaşayan…

Tabii ki sorunlarla cebelleşen bir insanın durduk yere mutlu mesut olması olanaksız. Kastım da o değil zaten. Sizi daraltan sorunlarınız, sıkıntılarınız olabilir ve ama aynı zamanda yaşıyor olmaktan yana kendiyle barışık, emeği ve çabası kadar umutlu da olabilirsiniz.

Umut bir hayat devam ediyor diyalektiğidir ve evet, emeğin, çaban, uğraşın kadar gerçektir, anlamlıdır, değerlidir.

Zaman demişken… Özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanlar için, hele ki epeydir “büyük şehir” veya “metropol” kavramlarını aşmış İstanbul’da yaşayan insanlar için zaman, iradeleri dışında, en “ucuz” şey. Bir nedenle bir yerden bir yere varabilmek vaktinizi yollarda, trafik çilesine katlanarak geçirmeyi göze almanız demek. Bu çilenin ister istemez ruh halinizi harap etmesi de işin “cabası”.

Ama zamanı asıl “ucuzlatan”, trafik türü etkenlerden önce, onu nasıl yaşadığınızla ilgili bir sorun. Zamanı anlamlı, değerli, verimli ve hissederek yaşamak, bir kültürel formasyon meselesi. Bu formasyon yönünden maalesef hayli “yoksul” bir ülke ve toplumuz.

Mesele “para” da değil. Malum, yaygın bir anlayıştır özellikle dar gelirli yurttaşlar nezdinde: Paran varsa gayet iyi yaşarsın, her şey toz pembedir, paran yoksa dertlenir oturursun oturduğun yerde… Oysa kendini iyi hissetmek, yaşadığın zamanı ve hayatı hissederek yaşamak sadece parası olmakla orantılı bir şey değil; bir yaşam kültürü meselesi öncelikle.

Düşünsenize, hayatı para biriktirmekle geçmiş, parası olmasına rağmen adı cimriye çıkmış bir insan için hayat, bir gün son nefesini verdiğinde yaşamı boyunca yapamadıklarının, yaşayamadıklarının pişmanlığından başka nedir ki… Üstelik “kefenin cebi yoktur” ve geride bıraktığı paralar belki de “mirasyedi” hovardalığıyla tükenecektir…

Yaşadığı zamanı emeği, çabası, uğraşıyla anlamlandırmak, değerli kılmaktır meselemiz. Çünkü zaman akıyor ve onun akışını geri döndürmek kudreti yok insanın. Misal, çocuğunuz varsa mesela, o bir daha 1 yaşında olmayacak veya 6 yaşında ya da daha büyük. Sorumluluğunu taşıdığınız çocuğunuzun her yaşını hissederek paylaşıyorsanız, bundan daha değerli bir şey yok.

Geçmiş ve gelecek arasında yaşadığımız an, “şimdi”dir veya “bugün”. Geçmiş, dersleri, tecrübeleri, yaşanmışlıkları ile anlamlıdır; gelecek, bugün yaşadıklarınızla temelini attığınızdır ve şimdi, geçmişle gelecek arasındaki hükmü asla kaybolmayacak sonsuzluk…

***

2019 yılı sonlarında gündemimize giren ve 2020, 2021 yılları boyunca dünyanın en büyük endişe kaynağı gündemi olan Covid-19 salgını, “normal” bildiğimiz gündelik hayatlarımızı alt üst eden bir etki yarattı. Evlerimize kapandığımız zamanlar oldu. Hayatın olağan rutini ve ritmi bozuldu. Tanıdığımız tanımadığımız, uzaktan ve yakından arkadaşlarımızı, yakınlarımızı kaybettik. Cenazelerine katılıp son görevimizi dahi ifa edemedik çoğu zaman. Psikolojimiz bozuldu. “Ölüm” ihtimali ile, böylesine bir “ölüm” ihtimali ile karşı karşıya kalmak, ister istemez her birimizi hayata dair sorgulamalara sürükledi. Yaptıklarımız, yapamadıklarımız, yaşadıklarımız, yaşayamadıklarımız muhasebesinde kuşkusuz ki en çok yapamadıklarımız ile yaşayamadıklarımız ile yüzleştik.

Bu halen de belirsizlikleriyle birlikte yaşanan süreci, ekonomik sorunlar daha da ağırlaştırdı. Hayat daha da pahalandı, zorlaştı. Kuşatıldığımız sorunların, zorlukların ağırlığı altında kendimizi hayata ve zamana dair bazen “keşke” demekten kendimizi alamadığımız bir sorgulama içinde bulduk. Bu sorgulamadan kendi payıma kısa bir kesiti paylaşmaya çalıştım ben de.

Hayat devam ediyor. Gerçeğimiz ve yaşadığımız zaman, budur. Emeği, çabası, uğraşı ile hayatın ve yaşadığı zamanın sürüklenen figüranları değil, özneleri olalım. Umutlarımız olsun ve o umutları gereğince taşıyacak gücümüz, dermanımız eksilmesin, artsın…

İyi yıllar.

Nûsal piroz be.