Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam

O, Diyarbakır’ın mayasıydı… VEYSİ POLAT’IN YAZISI

VEYSİ POLAT Umutlar da yiter, gülüşler de tükenir gidenin ardından… Hayatım boyunca çok geç veya çok erken saatlerde gelen telefonlardan hep ürpermişimdir. Bakıp bakmama arasındaki tereddütlerim, acı veya kötü bir haber olsa da mesleğin icabından olsa gerek yine de hep cevap vermişimdir. Dün sabah da öyle günlerden bir gündü. Telefonun diğer ucunda kardeşim gibi sevdiğim […]

O, Diyarbakır’ın mayasıydı… VEYSİ POLAT’IN YAZISI
  • 21 Ekim 2022 01:56

VEYSİ POLAT

Umutlar da yiter, gülüşler de tükenir gidenin ardından…

Hayatım boyunca çok geç veya çok erken saatlerde gelen telefonlardan hep ürpermişimdir.

Bakıp bakmama arasındaki tereddütlerim, acı veya kötü bir haber olsa da mesleğin icabından olsa gerek yine de hep cevap vermişimdir.

Dün sabah da öyle günlerden bir gündü.

Telefonun diğer ucunda kardeşim gibi sevdiğim bir STK başkanı var:

“Raif abiyi kaybettik.”

Telefonun saatinde 07:47 yazıyor.

“Nasıl yani?”

Telefondan “Ankara’da başarısız geçen kalp ameliyatı sonrası vefat ettiği” sesleri gelirken, aynı anda iç sesimle konuşuyorum kendi kendime.

“Daha iki hafta önce filmimin galasına gelmişti”

“Gayet iyiydi”

“Yanında oturan kardeşine aslında benim abim; sohbet ettik, şakalaştık o kadar…”

Evin her tarafında sessizlik!

Kendi nefesimin sesiyleyim.

Önce haberi yazmalıyım diyorum.

Tuşlara basıp basıp siliyorum…

Parmaklarım, yazacağım iki satırı ekrana dizerken beynim 1992’ye gidiyor.

Acı da olsa hayatımın kahramanı olan çok sevdiği muhabiri Hafız Akdemir’in katledilme haberini merkeze de kendisi iletmişti diyorum kendi kendime.

Enter tuşuna basıp haberi yayına verdiğimde telefonumun ekranındaki saat 08.01’i gösteriyor.

O an sevdiklerimizi toprağa emanet ettiğimiz süreçlerdeki çaresizliği yaşıyorum?

Bu konu fazla iç açıcı değil ama hayatın bir gerçeği diyorum kendi kendime.

Hepimiz hayatımızın bir döneminde böyle acılar yaşayabilir, dünyayla bağımızın nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunun bilinciyle ne yapacağımızı bilmez hale düşebiliriz diyorum.

Meslek yazı yazma olunca ve de vefa borcun varsa iş başa düşüyor.

Nerden başlamak gerekir sorusunun yanıtı hep 1991’in son aylarına götürüyor beni.

Yeni Ülke Gazetesi’nin Tekkapı’nın hemen karşısındaki Yol-İş binasındaki Diyarbakır Temsilciliği bürosuna.

Hafız dayımla özdeş tuttuğum için Raif abiyi ondan ayrı tutmam.

İletişim Fakültesi’nden mezun olmamış, alaylı yetişen cesur gazetecilerin bir arada olduğu bir topluluk içerisindeyim.

O dönemin gündemi; köy boşaltmalar, grevler, işten atmalar, karakollarda işkence iddiaları.

Bu kavramlara o dönem oldukça uzak biriyim.

Hafta sonları tam mesai, diğer günler yarım öğün lise eğitimim, geri kalanı bu bir grup cesur adamın çay, kahveleri, merkeze iletilecek kargoları, yer ve masalarını temizlemenin ötesinde işim yok.

Bu mesleğe bir merakım da olmayınca görevimin dışında hiçbir şeye karışmıyorum.

Zamanla gazeteler baskıya girmeden dinlediğim hikayeler büroda, haber toplantılarında konuşulunca dikkatimi çekmiyor da değil.

Bu cesur adamlara hayranlık beslemeye başlıyorum zamanla.

Hele hele bu yiğitlerden biri de annemin kardeşi olunca işimi yapmanın dışında izin verseler onlarla haber takibine gideceğim.

Ama izin yok!

Çünkü disiplinli bir müdürümüz var.

Her muhabire bir görev alanı vermiş, herkes kendi alanının dışına çıkmazken ben nasıl büroyu bırakıp habere gideyim?

Ben bu hevesteyken o müdürümüz aldığım sorumluluğa bir görev ekledi.

Hoşuma gitmedi de değil hani!

Arada bir beraberinde getirdiği Aziz Erman’ı bana teslim edip haberlerle ilgilenmeye gittiğinde, “Bir baba evladını kolay kolay kimseye emanet etmez” deyip onu daha çok sevmiştim.

Sonra Hafız’ın onu örnek alması, onun da Hafız’a değer veriyor olması beni daha çok ona bağlamıştı.

Ona karşı torpilim kulplu büyük bir bardakta o istemeden çay servisi yapmak ve mümkün olduğunca Erman’la daha çok ilgilenip, habere olan konsantresini sağlamaktı.

Ev dışındaki iş saadeti uzun sürmedi.

Tarih 8 Haziran 1992.

Günlerden Pazartesi.

Saat yine 08.00…

Her sabah evden işe geldiğimiz sırada silahlar patladı, Hafız’ın başı ayaklarımın önüne düştü.

Olmadı, Hafız dayımı aramızdan aldılar.

Biz onu yüreğimize gömerken, muhabiri katledilmiş Raif abinin olay karşısındaki öfkesini, hastanede ve mezarlıkta bana sarılışını ölene dek asla unut(a)mam.

Sonrası mı?

Ayrılık düştü payımıza.

Psikolojisi bozulmuş, yarım yamalak bir insanken İstanbul’a gönderildim.

Hafız’a olan sevgimi verdiğim Raif abi ise Diyarbakır’da, bir süre görevinin başında kaldı; sonra gazeteden ayrıldı.

Ofisboyluktan binbir emekle haber müdürü olduğum bir dönemde aradan 18 yıl geçmişti.

Ulusal bir gazetenin Politika Servis Şefi olarak görev yaparken, Raif Türk ise başarılı bir iş insanı olarak telefonun diğer ucundaydı.

Soru sorarken titreyen sesimi dün gibi hatırlıyorum.

Manşet bu kez kendisi, haberde ise dünkü ofisboy çocuğun imzası vardı.

Gurur duyduğunu, Abori Dergisi’nin 2’nci yıldönümünde düzenlediğimiz gecede ifade etmişti.

Evet, ben onun yetiştirdiği onlarca gazeteciden biriyim.

Abori gecesinden söz etmişken, o gün bana yaptığı jesti asla unutmam.

Raif abiyi tanıyanlar bilir; uzun bir süre karaciğer nakli nedeniyle Diyarbakır’dan uzak kaldı.

Zahmet edip yorulmamasını dilerken, başkasından duymasın diye davetiyemi bırakmıştım.

İki gün önce gittiği Ankara’dan Diyarbakır’a Abori için geldiğinde tüylerim ürpermişti.

Aynı jesti 20 Eylül 2022 tarihinde yönetmenliğini yaptığım “Qet-Hiç” filmimizin galasında da gösterdi.

Yine beni yalnız bırakmadı.

O’na minnettarım…

Bugün cenaze merasiminden arta kalan zamanda 2017 yılında, Abori için yaptığımız röportajın ses kayıtlarını dinleyip durdum.

O, Diyarbakır sevdalısı biriydi.

Şu cümlesini alıntılayıp whatsap profili yaparken, aslında hayat felsefesinin özetini anlatıyordu:

“Diyarbakır denince aklıma bir avuç toprak gelmiyor.

Evet doğduğum topraklardır.

Gitsem herhangi bir yerde de kazanırım.

Ama bu memlekette doğduk, yakınlarımız, daha çok tanıdıklarımız, çevremiz bu kentte. Yoksulluk bu kentte.

Bir şey yapabiliyorsak yaparak onlara hizmet edelim, faydamız olsun istiyorum.

Diyarbakır, yoksulu çok olan bir yerdir. Mümkün olduğu kadar biz hizmet edelim diyoruz.”

Evet, Raif abinin memleket sevdası çok fazlaydı.

Evet, Diyarbakır’ın da Raif abiye sevdası vardı.

Bunu cenaze töreninde gördük.

Siyasi düşüncesi zıt olanların, birbiriyle küs veya dargın olanların, birbiriyle konuşmayanların Raif abinin cenaze namazında birlikte saf tuttuklarına tanıklık ettik.

O bir mayaydı.

Çaldığı mayanın tutması dileğiyle.

Mekanın cennet, ruhun şad olsun Raif abim.

Saygılarımla