Reklam
Reklam
Reklam
Reklam

Lisedeyken “Kuyruklu Kürt” dediler, O’nun tercihi halkının Petroçellisi oldu: ORHAN DOĞAN

VEYSİ POLAT/ABORİ Hafızam hatırlattı bana. 12 yıl önce bugündü. Ağrı Doğubeyazıt’taki bir festivalde geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan kalbimizin en derinine indi Orhan Doğan. Albümde Leyla (Zana) abla omuza olduğumuz fotoğrafa bakarken, tarihe yolculuk başladı ve yüreği büyük adamın film şeridi gibi hikayesi döküldü klavyeye… İşte Orhan Doğan’ın hayat hikayesi; Dünya ve Türkiye kamuoyu, O’nu […]

Lisedeyken “Kuyruklu Kürt” dediler, O’nun tercihi halkının Petroçellisi oldu: ORHAN DOĞAN
  • 29 Haziran 2019 15:33

VEYSİ POLAT/ABORİ

Hafızam hatırlattı bana. 12 yıl önce bugündü. Ağrı Doğubeyazıt’taki bir festivalde geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan kalbimizin en derinine indi Orhan Doğan. Albümde Leyla (Zana) abla omuza olduğumuz fotoğrafa bakarken, tarihe yolculuk başladı ve yüreği büyük adamın film şeridi gibi hikayesi döküldü klavyeye…

İşte Orhan Doğan’ın hayat hikayesi;

Dünya ve Türkiye kamuoyu, O’nu tarihe ‘2 Mart Darbesi’ olarak geçen 1994 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden yaka paça gözaltına alınırken tanıdı. İri yarı sivil bir polis, kurbanını dar ağacına götüren cellat misali milyonlarca kişinin beynine resmetti kendini. Resmettiğinin kendisi değil, bir halkın direnci olduğunu bilmeden… Ve dünya kamuoyu o polisten çok, cüssesinin yarısı kadar gelen ensesinden kavradığı kişiyi, yani Orhan Doğan’ı konuştu… Peki kimdi Orhan Doğan? Orhan Doğan 25 Temmuz 1955’te Mardin’de dünyaya geldi. Babası Yusuf Doğan Mal Müdürü olduğu için her tayinde farklı bir kentte yaşamak durumunda kaldı. O yüzden ilkokulu Mardin/Kızıltepe, Sivas ve Antep/İslahiye’de tamamladı. Ortaokulu Hatay’da, liseyi ise Aydın Nazilli’de başlayıp, Samsun/Bafra’da bitirdi. Doğan, sonrasını verdiği bir röportajda şöyle anlatıyor: ‘Liseyi bitirince üniversite sınavına girdim. Türkiye’de o sene ilk defa üniversite sınavları iptal edilmişti. 1973 yılıydı. 1974’de Ankara Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım. Orayı istiyordum. Televizyonda Petroçelli dizisine (haksızlıklara karşı hukuk zaferleri kazanan bir avukat) büyük hayranlık duyan biriydim. Sürekli onun gibi olmak istiyordum. Üç tercih yaptım. Ankara Hukuk ilk tercihimdi. Liseyi bitirdiğim ilk yılı babamdan bağımsız olarak Orman İşletme Müdürlüğü’ne giderek çalışmak istediğimi söyledim. Orman işçisi olarak… Puantördüm. Sonra babam duydu ve çalışmamı istemedi. Geçim sıkıntımız yoktu. Evin tek oğluydum. Bir de kız kardeşim var. Kültür-sanat veya yabancı dilde kendimi geliştirmemi istiyordu babam. Ben belki de, hayatın daha fazla içinde olmak, hayata biraz daha yakından temas etmenin bende nasıl bir sonuç bırakacağını görmek için çalıştım. Ankara Altındağ’da memuriyet sınavı açılmıştı. Babam da o zaman Ankara’da mal müdürüydü. Sınava girdim ve kazandım. 75-81 arasında Ankara Altındağ İlköğretim Müdürlüğü’nde muhasebe memuru olarak çalıştım. Üniversite yıllarım da çalışarak geçti. 1976 yılında evlendim. 5 çocuğum var. En büyük kızım 1977 doğumlu. İsimleri, Ayşegül, Fırat, Dicle, Deniz ve Emre.’

O halkın bana ihtiyacı var

Üniversiteyi bitirdikten sonra Murathan Mungan’ın babası hukukçu İsmail Mungan’ın yanında staja başlayan Orhan Doğan’ın amacı, mesleğinde yetkin olmaktı. Bu yüzden ceza hukukunda uzman olan İsmail Mungan’ı tercih etti. Ardından şirketler konusunda uzman Av. Tonguç Şahin, Aile ve Medeni Hukuku için de Av. Solmaz Özdoğan’ın yanında staj gördü. 1 yıl süren stajyerlik döneminin ardından Cizre’ye yerleşti. Doğan, aile çevresinin sunduğu tüm imkanları bir kenara bırakıp Cizre’ye yerleşmesinin nedenini şöyle açıklıyor: ‘Esas memleketim Mardin’in Dargeçit ilçesine bağlı Halilan köyü. Halil benim beşinci-altıncı soy atam. Zamanında gelip oraya yerleşiyor. Halilan, Halil’in köyü anlamındadır. Türkçeleştirilmiş haliyle de Kılavuz köyü… Hepimiz akrabayız. 5 bin nüfusa yakın belediyesi olan bir köy. 12 Eylül’ün yarattığı travmayı kendi mesleki zeminimde göğüslemenin, paylaşmanın nedeniydi. Yoksa başka yerlerde avukatlık yapma imkanım son derece fazlaydı. Babamın çok büyük bir çevresi vardı. Bana sunulanları reddettim ve birçok insanın oradan ayrılmak istediği zamanda Cizre’ye gittim. Çünkü o halkın ihtiyacı vardı. Ben kurtarıcı değildim, çok fazla bir şey yapamazdım; ama kendi dünyam kadar o insanlarla ortaklaşmalıydım.’

‘Dışkı’ olayını dünyaya duyurdu

Cizre’de görevini özgürce yerine getiremeyen Doğan, 1988-1989 yılına kadar fiziksel baskılara maruz kaldı. Çeşitli suikast girişimleri ardından, evi bombalandı. Saldırılardan yara almadan kurtulan Doğan, 1987 yılına kadar DSP ve SHP’den kendisine gelen teklifleri reddetti. İHD’nin Şırnak Kurucu Şube Başkanı oldu. 1988 yılında Yeşilyurt köyünde meydana gelen dışkı olayının Türkiye ve dünya kamuoyunun gündemine gelmesinde büyük bir katkısı oldu. Doğan, olayı şöyle anlatıyor: ‘Cizre’nin Yeşilyurt köyüne bir operasyona giden güvenlik güçlerinin başındaki Yüzbaşı Tayyar Çağlayan’ın talimatıyla, köylülerin konuşmasını sağlamak amacıyla düzenlediği bir operasyondu. 3-4 aileye yönelik bir operasyondu. Olayı bana ve Avukat Hasip Kaplan’a ihbar ettiler. Dilekçelerini yazdık ve savcılığa gönderdik. Sonra yüzbaşı hakkında dava açıldı. Yargılandı, mahkum oldu. Sırtlarında ve göğüslerinde sigara yanıkları olan insanların avukatlığını yaptık biz. Arama yapıyorlar silah çıkmıyor. İşkenceyle karşı karşıya kalıyorlar. Sadece bir değil, bir sürü işkence davasıyla karşı karşıyaydık. O dönemi hatırlayınca, sesim titriyor, tüylerim diken diken oluyor. Belki unutmak lazım. O acının bizde yarattığı travmayı, kine, nefrete dönüştürmeden, o orada kalsın, biz ondan bir ders çıkaralım; ama bu ülkeyi yönetenler de ders çıkarsın, o günleri bir daha yaşamayalım. Benim bahsettiğim, geçmiş acıyı geleceğin öfkesine ve kinine dönüştürmemek. Unutmadan yapmak lazım.’ Hak ihlallerinin tavan yaptığı bir dönemde hem avukatlık, hem de İHD Şırnak Şube Başkanlığı yapan Doğan, Cizre’de bir süre sonra en çok konuşulan kişilerin başında geldi. Haksızlığa uğrayanların ilk adresi olan Orhan Doğan, bir süre sonra SHP ve DSP’den ‘siyasete gir’ teklifi aldı. Doğan, o süreci şöyle anlatıyor: ‘Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu’nun ağabeyi Kenan Nehrozoğlu Halkçı Parti’nin milletvekiliydi. Babamın da yakın arkadaşıydı. Yanında da bir arkadaşı vardı. Ümit Ekingen. Dediler ki ‘Halkçı Parti teşkilatını Cizre’de sana vermeyi düşünüyoruz.’ O zaman Cizre, Mardin’e bağlı. Yani ‘Mardin il örgütlenmesini sen üstlen’ dediler. Geldiğinde Kemal Ağabey milletvekiliydi. ‘Ben bütün o ilkel değerleri (ağalık, şeyhlik) yok sayarak avukatlık yaptım. Hatta üstüne üstüne gittim. Halkçı Parti bulunduğum yerde beni biraz daraltabilir. Henüz siyasete atılacak düzeyde değilim’ dedim. Ben zaten siyaset yapıyorum. İlla il ya da ilçe başkanı olmama gerek yok. Sonra DSP teklif getirdi. O zaman İstanbul İl Başkanı Mehmet Sevilgen’di. Partilerin örgütleri vardı, ama tabela örgütleriydi. ‘DSP’de de siyaset yapmayı düşünmüyorum’ dedim. Zaten Cizre’de İHD temsilcisiydim. O zaman SHP’deki Kürt arkadaşlarımızın Paris’teki Kürt Konferansı’na gidişinden dolayı bir ihraç yaşandı. O ihraçlarla birlikte bölgede SHP’ye ilişkin tablo birden bire değişti. O zaman parlamentoda değiliz. SHP’nin milletvekilleriydi bunlar. Ahmet Türk, İbrahim Aksoy, Fehmi Işıklar, İsmail Hakkı, Mehmet Ali Eren… Deniz Baykal’ın yoğun çabası sonucu bir kısmı ihraç edildi. Bir kısmı da ihraca tepki olarak partiden istifa ettiler. 12 Eylül’de Diyarbakır cezaevleri tam bir işkencehaneye dönüşmüştü. Bölge’de SHP alternatif olmaktan çıktı. Bölge’de tabanda yeni bir partileşme (1989) arayışı başladı. Kürt milletvekillerinin SHP’de parlamenterlik yapıyor olmaları Türk-Kürt birlikteliğinin de ortaklaşmasının da yararlı zeminiydi bizim açımızdan. O ret, Kürtleri farklı bir örgütlenmeye yönlendirdi.’

Yine Ankara yolu göründü

Legal siyaset alanından dışlanan Kürtler, 1990 yılında Fehmi Işıklar’ın başkanlığında Halkın Emek Partisi’ni (HEP) kurdu. Orhan Doğan, bu dönemde resmiyette yer almasa bile partinin aktif üyesi olarak çalıştı. HEP’in kısa sürede büyük destek görmesi, devleti önemli ölçüde korkuttu. 6 aylık kuruluş süresini tamamlayamadığı için 8 gün farkla seçime girememesi kesinleşince SHP’yle temasa geçildi ve ittifak kararı alındı. Bu dönemde Şırnak’tan milletvekili adayı olan Orhan Doğan, hukukçu kimliğiyle geldiği Cizre’den bu kez halkın vekili olarak Ankara’ya gitti. Doğan, o dönemi şöyle anlatıyor: ‘HEP listelerinden gösterildim. Bana teklif edildi. Kurucular listesinde yoktum. Arkadaşlarla birlikte kurduk partiyi. O dönem Süleyman Demirel’in ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ söylemi, devlet düzeyinde ilk kez bir olgunun varlığının kabulü anlamındaydı. Biz ilk iki ayımızda hükümetin insan hakları, demokratikleşme, Kürt sorunu, temel hak ve özgürlükler konusunda adım atamayacağını görmüştük. 1992 Newroz olayları somut bir örnektir. 113 insan aşırı güç kullanımından hayatlarını kaybetmişti. Newroz’un o kanlı bilançosu, bizi de SHP’den uzaklaştıran bir nedene dönüştü. SHP’de olmanın anlatabileceğimiz bir nedeni kalmamıştı. Ve biz partiden ayrıldık. Kürtçe yeminle başlayan bir sorun da vardı zaten.’

TBMM’den cezaevine

Meclis’e girdikten sonra sürekli hedef haline getirilen DEP’li arkadaşları gibi Orhan Doğan’ın 2 Mart 1994 tarihinde DYP, ANAP, MHP, BBP ve bazı SHP’lilerin oylarıyla dokunulmazlığı kaldırıldı. Aynı gün Meclis’ten yaka paça gözaltına alındı, 15 günlük sorgunun ardından ‘Vatana ihanet’ suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine konuldu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararı doğrultusunda yeniden yargılanan Doğan, 10.5 yıl tutuklu kaldıktan sonra 9 Haziran 2004 tarihinde Selim Sadak, Ahmet Türk ve Leyla Zana ile birlikte tahliye edildi. Siyasete kaldığı yerden devam eden Doğan, Demokratik Toplum Hareketi (DTH) Kurucu Üyeliği ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. Son olarak 22 Temmuz erken genel seçimleri için Şırnak’tan bağımsız milletvekili adaylığı başvurusunda bulunan Orhan Doğan’a Yüksek Seçim Kurulu vize vermedi. TBMM’yi çözüm adresi olarak gördüğü için milletvekili adaylığı başvurusu yaptığını belirten Doğan, YSK kararına rağmen DTP’nin desteklediği ‘Bin Umut’ bağımsız milletvekili adayları için siyasete devam etti. Doğan, son olarak 24 Haziran’da Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde düzenlenen ‘Ahmedê Xanî Festivali’nde konuşma yaptığı sırada kalp krizi geçirdi. Dün hayata gözlerini yuman Doğan’ın festivalde yarım kalan son sözleri, ’22 Temmuz’da yeni bir Türkiye yaratacağız. Bu bizim namus borcumuzdur’ olmuştu. İSTANBUL

Kabuk sert, çekiç geri tepiyor

Kürt sorunu konusunda ne hükümetlerin, ne de siyasi partilerin bir projesi olduğunu belirten Doğan, çözüm için bakın neler diyor: ‘Demirel ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ dedikten sonra ’28 isyanı bastırdık, bu 29, bunu da bastırırız’ demiştir. Mesut Yılmaz ‘AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’ demiştir. Tayyip Erdoğan ‘Kürt meselesi vardır, benim meselemdir, çözeceğim’ demiştir. Ama bir şey yapmamıştır. Bugün ülkeyi yönetenler ülkeyi kaosa sürüklemişlerdir. Türkiye’de kabuk yavaş yavaş kırılıyor. Ama kabuk o kadar sert ki, sert bir kabuğa vurduğunuzda çekiç size geri döner. İşte bu kabuğu kırması gereken iç dinamikleri, örgütlü kolektif bir güce dönüştüremiyoruz. Bu olmadığı için sistemi değiştirip dönüştürmekte sıkıntılar çekiliyor.’

‘Kuyruklu Kürt’ olmak!

Orhan Doğan, liseyi okuduğu Aydın’ın Nazilli ilçesinde yaşadığı ve unutamadığı bir olayı şöyle anlatıyor: ‘Babamın Hatay’ın Yayladağ ilçesinden Nazilli’ye tayini çıktı. Liseye kayıt olacağız. Ben edebiyat bölümüne kaydımı yaptırdım. Okulda Mardinli olduğumu söyledim. Sınıf arkadaşlarım ‘Kürt müsün?’ diye sorduktan sonra ‘ne işin var burada’ dediler? Babam da Kürt’tü… Yüksek okul mezunu… Yıllarca devlet memuru olarak çalışmıştı. Böyle bir soruyu kavramakta zorluk çektim. O gün okuldan erken ayrıldım; ama okul dağılana kadar bekledim. Okuldan dağılan çocukların arasına katıldım ve eve döndüm. Babamın ‘ilk gün nasıl geçti?’ sorusunu sadece ‘iyi’ diyerek yanıtladım. Başka gün birinin ceketimi kaldırmakta olduğunu fark ettim. Birkaç kişilik grup. Önce anlam veremedim. Ne yaptıklarını sordum. Dediler ki, ‘Kürdün kuyruğu varmış, sende var mı? ona bakacağız.’ Ben onlarda dostluk arıyorum, kardeşlik arıyorum. Onların maksatları öyle değildi belki ama onlardan uzaklaştım. Nedenini hiç sorgulamadım. 16 gün okula gitmedim. Aileme söylemedim. Meğer okulda belli bir devamsızlıktan sonra veliye bildiriliyormuş. Bir gün babamla yemekten sonra biraz sohbet ediyoruz. Cebinden kağıt çıkardı: ‘Sen günlerdir okula gitmiyormuşsun, ne yapmayı düşünüyorsun? Seni okuldan çekerim, ne olduğunu anlatacaksın, kendini kabul ettireceksin ve okula devam edeceksin. Benim siyasal nüfuzuma güvenerek asla okulda sınıf atlayacağını düşünme!’ Ertesi gün okula gittim. Müdür beni çağırdı. ‘Beni, ben olarak kabul edeceksiniz, ben de sizi, siz olarak kabul edeceğim. Kürt olduğum için aşağılarsanız, bu bende farklı bir reflekse dönüşür, anlaşamayız, bunu yapmayın’ dedim. Kısa süre sonra okulun en sevilen öğrencilerinden biri oldum. Müdür ‘yaşadıklarını niye bizimle paylaşmadın?’ diye sordu. Bir yönetim tedbiriyle bu olayın çözülmesinden yana değildim. Kürtlüğümü açığa çıkaracak bir şey de yapmadım…’