
VEYSİ POLAT
Yerel seçimler, kayyumlar, protestolar ve HDP binası önündeki annelerin oturma eylemi…
Uzun süredir Diyarbakır’da görev yapan biz gazetecilerin ana gündemi bu.
Ana akım ile muhalif basın da ikiye bölünmüş durumda.
Bir aktivite yapılırken bile, konunun önemine binaen “Acaba medya gelir mi? Hedeflediğimiz amaca ulaşır mıyız?” kaygısıyla planlamalar yapılır olmaya başladı.
Seçimlerden sonra kentteki psikolojik hava biraz yumuşamış, demokrasi sandıkta tecelli etmiş derken, yeniden dejavuyu yaşadık.
Şimdi birçok kurum ve şahsiyetin gündeminde “kayyumu ziyarete kim gitti, kim gitmedi, giden niye gitti, acaba bu kurum gidecek mi?” sorusu ve dedikoduları hakim.
Diyarbakır büyük olduğu kadar da küçük! Kim, kiminle alenen veya gizli kapaklı neler yaptığını biliyor.
Peki çok mu önemli?
Bence hiç değil.
Bırakalım bunları, memleketin haline bakalım, yaralarını saralım.
Uzun bir aradan sonra Diyarbakır iş dünyası, Diyarbakır Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nin (DİSİAD), “Kentimizi ve Markalarımızı Tanıyalım” programı kapsamında Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren Meya Aliminyum ve Mapple Çikolata fabrikalarını ziyarette buluştu.
Demin yukarıda sözünü ettiğim tartışma-dedikodulardan sıkılmış ve bunalmış olarak Diyarbakır’ın tüten bacası olan ve önemli faaliyetler yürüten OSB’de buluştu bu iş insanları.
2007’de Diyarbakır şehir merkezinde küçük bir atölyede üretime başlayan ve bugün 3 kıtada 30 ülkeye ürünlerimizi ihraç eden Meya Aliminyum A.Ş. ziyaretinde de ana gündem kent gündeminin haddinden fazla siyasileşmesine tepkiydi.
Öyle ki organizeyi yapan DİSİAD Başkanı Burç Baysal’ın ilk vurgu cümlesi de “siyaseti değil, ekonomiyi konuşalım” oldu.
Baysal’ın dediği gibi ülke ekonomisi parlak bir süreçten geçmiyor.
Kriz aldı başını gidiyor.
Tüm olumsuzlukların faturası Doğu ve Güneydoğu’ya iki misli çıkıyor.
Geçen hafta TÜİK, hane halkı gelir de vahim tabloyu açıkladı.
Diyarbakır, milli gelir de ve ihracatta dibe demir atmış durumda.
Hane halkı fert geliri üzerinden yapılan hesaplamaya göre TRB2 bölgesinde yer alan Van, Muş, Bitlis, Hakkari, yıllık 10 bin 965 TL gelir ile yine sondan birinci oldu. Bu kentleri 11 bin 204 TL gelir ile TRC3 bölgesinde yer alan Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt, 11 bin 357 TL ile TRC2 bölgesinde yer alan Şanlıurfa ve Diyarbakır izledi.
Pastanın büyük dilimini yine batı illeri aldı.
Anlayacağınız Doğu ve Güneydoğu’da değişen bir durum yok. Yoksulluğu kimseye kaptırmamada yine şampiyonuz.
Peki neden?
Hanı halkı gelirde dibe demir atan Van ve Hakkari’yi ele alalım.
Sınırın sıfır noktasında.
Irak Federal Kürdistan Bölgesi’nin kapı komşusu, Azerbaycan, Irak ve İran’a en yakın yerde.
Ortadoğu’ya kapılar buradan açılıyor.
İhracatı tavan yapması ve ticareti gelişkin olması gerekirken yoksullukta dibe vuruyor.
Bir de Diyarbakır’a bakalım.
Kültürel değerleri ve inanç turizmi açısından Dünya Mirası Listesi’ne girmiş bir kent.
Mezopotamya’nın en verimli topraklarına sahip, iş gücü potansiyeli açısından 2 milyonluk nüfusunun 950 bini genç. Bu özelliği ile Türkiye’de birinci sırada.
Peki neden milli gelirde hala son sırada?
Demek ki ortada bir yanlış var!
Türkiye ekonomisi, özellikle son bir yıldır okyanusta su almasına rağmen ilerleyen bir gemi gibi.
Bu gemi batmasın diye hükümetin aldığı bir takım ekonomik tedbirler de artık işe yaramıyor.
Yakın tarihte yeni ekonomik tedbir paketleri açıklandı, bankaların faiz oranları düşürüldü.
Ancak doğru zamanda teşhis ve müdahale olmadığı için bu tedbirlerin işe yaramadığını görüyoruz.
Genel olarak tüm sektörlerin ihracatı geçen yıllara oranla yüzde 15 ile 40 arasında gerilemiş durumda. Bazı sektörlerde (otomotiv, inşaat, beyaz eşya) ise bu oran yüzde 50’lerin üzerinde.
En büyük etkiyi de Ortadoğu’ya açılan kapı olarak görülen Doğu ve Güneydoğu illeri yaşıyor.
Milli gelir dağılımına baktığımızda yine Doğu ve Güneydoğu her yıl biraz daha yoksullaşıyor.
Demek ki bölge illerine pozitif ayrımcılık yapmak gerekiyor.
Devlet bir takım teşviklerle bunu yaptığını söylese de veriler kendisini tekzip ediyor.
Esnaflar için “can suyu” ve “nefes kredileri” projesi hayata geçirildi. Yaklaşık 2 bin kişi faydalandı bundan. Ancak sadece Diyarbakır’da bin 717 esnaf, bankalar nezdinde sabıkalı olduğu için, bankalarda çekleri yazıldığı, kredilerini ödeyemediği için sabıkalı durumda. Bu nedenle kredilerden faydalanamıyor.
Ekonomideki domino taşı etkisi hala geçmiş değil.
Devrilen taşlar yerli yerinde duruyor.
Esnafın krediye ulaşmasının önündeki engeller ortadan kaldırılmalı.
Bir çoğu bankalar nezdinde sabıkalı durumda.
Bankaların getirdiği bir takım yanlış politikalar var.
Yatırımcıya ipoteklerde ve kredi ödemelerinde batı illerine göre açık bir ayrımcılık yapıyor.
Esnaf ve yatırımcı kredi çekmek için şirketlerinin merkezlerini İzmit veye İstanbul’a taşıyor.
Sermaye göçü yaşanıyor bu nedenle.
Hükümetin aldığı ekonomik tedbirler bir kanser hastasına asprin yazan bir hekimden farklı değil.
2016 yılında “Diyarbakır’ı Cazibe Merkezi yapacağız” denildi mesela, Doğu ve Güneydoğu’daki 23 kentin faydalanacağı söylendi.
Yatırımcının ve iş bekleyen yüz binlerce işsizin bir yılı boşu boşuna heba edildi ve program hayata geçirilmeden sonlandırıldı.
Bu bölgeye ekonomide pozitif ayrımcılık yapılması şart. Aksi halde TÜİK’in açıkladığı en yoksul kentler sıralaması önümüzdeki yıllarda da değişmeyecek.
Diyarbakır’daki yatırımcı, sanayici, esnaf ve ticaretle uğraşanı, direniyor; krize karşı kepengini kapatmıyor, memleketine sahip çıkıyor.
Peki ya siz siyasetle uğraşanlar ne yapıyorsunuz?
Onlarca kez ziyaret ettiğiniz sanayicilerin yüküne yük bindiriyorsunuz. Doğalgaz ve elektrik, sanayicilerin en büyük gider kalemlerinden biri. Zamlarla “yatırım yapmayın, üretim olmasın, işsizlik artsın, kaos çıksın mı” demek istiyorsunuz.
Bakın size Diyarbakır OSB’den bir rakam vereyim. 3 ay öncesine kadar 10’dan fazla, son bir ayda da 5 işletme elektrik borcunu ödeyemediği için, fabrikalarının fişini çekti.
Siyaset mekanizması içinde yer alanlar, yatırımcıya yük olmaktan artık vazgeçin!
Siyasetinizi yeter ki ekonomiye alet etmeyin!
Memleketin yatırımcısı bu coğrafyaya sizden daha fazla sahip çıkar.
Merak etmeyin!