MEHMET ŞERİF DEMİR (Diyarbakır Tabip Odası Başkanı) İnsanlığın başına yüzyıllardır sorun oluşturan kolera, sıtma, verem gibi hastalıkların sayısı azaltılmış olmasına karşın hâlâ milyonlarca kişinin ölümüne yol açmaktadırlar. Son on yıla baktığımızda dünyanın birçok salgınla karşı karşıya kaldığını görmekteyiz. Bazı bilim insanlarına göre hayvan topluluklarında henüz keşfedilmemiş 1,6 milyon virüs türü bulunmaktadır ve bunların 650 bin-840 […]
MEHMET ŞERİF DEMİR
(Diyarbakır Tabip Odası Başkanı)
İnsanlığın başına yüzyıllardır sorun oluşturan kolera, sıtma, verem gibi hastalıkların sayısı azaltılmış olmasına karşın hâlâ milyonlarca kişinin ölümüne yol açmaktadırlar. Son on yıla baktığımızda dünyanın birçok salgınla karşı karşıya kaldığını görmekteyiz. Bazı bilim insanlarına göre hayvan topluluklarında henüz keşfedilmemiş 1,6 milyon virüs türü bulunmaktadır ve bunların 650 bin-840 bin tanesinin insanlarda hastalık yapabilme yeteneği vardır. Teknoloji ve iletişimin artmasıyla insandan insana hızlıca bulaşan ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan bu salgınlarla etkili mücadele yöntemleri oldukça kısıtlıdır.
Çağımızın son salgını olan ve halen tüm dünyayı kasıp kavuran Koronavirüs salgını (Covid -19) salgını, Aralık ayının sonunda 2019’da Çin’in Wuhan şehrinde atipik pnömönşi (zatürre) vakalarının bildirilmesiyle başlamış ve 30 Ocak 2020 tarihinde DSÖ tarafından “Uluslararası Öneme Sahip Halk Sağlığı Acil Durumu” ilan etmiştir.
Virüsün hızla tüm dünyaya yayılmasıyla 11 Mart 2020’de DSÖ pandemi ilan etmiştir. 7 Ocak 2020 günü hastalardan virüsün izole edilmesiyle, hastalığa neden olan virüsün, SARS (2002) ve MERS (2012) gibi Koronavirus ailesinden olduğu anlaşılmış ve virüse Yeni Koronavirus 2019 (2019-nCoV) adı verilmiştir.
DSO’nun salgını pandemi ilan ettiği 11 Mart’ta ülkemizde ilk Covid-19 vaka resmi olarak tespit edildi. Ancak Türkiye’deki vaka artış hızı değerlendirildiğinde ilk vakanın Şubat 2020 ortalarından itibaren görüldüğü düşüncesi öne çıkmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) “Bu pandeminin seyrini değiştirmek ülkelerin elinde” diyerek tüm dünyayı uyarmıştır. Bazı hükümetlerin duyarsız ve durumu ciddiye almama yaklaşımları virüsün daha fazla yayılmasına neden olurken, ekonomik kaygılardan dolayı alınan önlemler için de hızlı bir şekilde gevşetme politikalarına geçilmiştir.
Ülkemizde pandeminin başından beri, sürecin şeffaf yürütülememesi, İl Pandemi kurullarına Tabip Odalarının katılamaması, merkezi bilim kurulumda TTB’nin temsil edilmemesi, yine mevcut İl Pandemi ve Bilim Kurullarının aktif çalışmaması ve karar süreçlerine dahil edilmemeleri, vakaların ve ölümlerin yaş/cinsiyet/bölge dağılımı yapılmaması nedeniyle bugün salgın için yeterli bir değerlendirme yapmak mümkün değildir.
Salgının başında alınması gereken önlem ve tedbirleri değerlendirdiğimizde; sınır kapıların kapatılmasında geç kalındığı, yurtdışından gelen kişilere etkili karantina uygulanmadığı, salgının görüldüğü Avrupa ülkelerinden gelen 300 bini aşkın kişiye ateş taraması dışında bir uygulama yapılmadığı gözlendi. Umre’den dönenlere etkili bir karantina uygulanmaması, evlerine dönmelerine izin verilenlerle virüsün ülkenin dört bir yanına yayılmasına zemin hazırladı. Tanı testlerinin uzun süre tek merkezde çalışılması, ardından da sadece belli illerde ve kısıtlı çalışılması, yaygın test yapılmaması, filyasyonun etkin yapılmaması, vakaların izolasyonu ve temaslı takibini aksattı.
Toplumsal hareketliliği kısıtlamaya yönelik önlemler sırasındaki uygulamaları, bilimsel ve epidemiyolojik verilerden ziyade ekonomik politikalar belirlemiştir. Yılan hikayesine dönen ücretsiz maske dağıtımında yaşanan aksaklıklar sürecine kadar plansız programsız olduğunu gözler önüne sürmekte. Maske takma yasağı getirildiği halde vatandaşın maskeye ulaşmasında ciddi sorunlar yaratıldı.
Zorunlu çalışma ve üretim alanları dışındaki faaliyetlerin durdurulmadığını, buralarda çalışanların ücretli izne çıkarılmadıklarını, zorunlu çalışma alanlarında çalışma koşulları ve süreleriyle ilgili iyileştirici düzenlemelerin yapılmadığını bu süreçte hep birlikte gördük.
DİSK tarafından hazırlanan, Covid-19 salgınının işçiler üzerindeki etkisinin değerlendirildiği bir raporda, DİSK üyesi işçiler arasında Covid-19 tanı testi pozitif olan vaka oranının, Türkiye genelindeki vaka oranının 3,2 katı olduğu bildirildi. Toplumsal hareketliliğin kısıtlanması için gerekli düzenlemelerin yapılmadığı bir ortamda, hafta sonları sokağa çıkma yasağı salgınla mücadelenin bir yöntemi olarak karşımıza gelmektedir.
Salgının başında alınan önlemlerde olduğu gibi, önlemlerin gevşetilmesi aşamasına geçilirken de sağlık alanına ilişkin verilerden ziyade ekonomik kaygılar ön planda olmuştur.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), geçiş sürecinde büyük ölçekli halk sağlığı önlemlerinin risk değerlendirmeleri yapılarak kademeli olarak azaltılmasını önerdi. İlk hafifletilecek önlemlerin neler olacağına karar verilirken, daha düşük riskli olanlardan başlanması gerektiği açıktır. Bu değerlendirmenin ulusal düzeyde olmasının yanı sıra bölgelere göre de yapılması önerilmektedir.
Türkiye’de yeniden açılma dönemine tüm ülkede kalabalığın en fazla olacağı AVM’lerin açılmaya başlanması, risk değerlendirmesinin göz önüne alınmadığının bir göstergesi aslında. Üstelik bu uygulamaya belli illerde sokağa çıkma yasakları sürerken bölgesel farklılıklar, ilin salgın ile ilgili epidemiyolojik verileri dikkate alınmadan tüm ülkede başlandı.
Sonuçta, salgın hastalıklar tüm insanları aynı şekilde etkilemiyor. Sağlığa erişimi zayıf olan kesimlerde altta yatan sağlık sorunlarının daha yüksek oranda olduğu, hâlihazırda var olan sağlıktaki eşitsizliklerin salgın ile birlikte daha da kötüleştiğine ilişkin çalışmalar mevcut.
Halk sağlığı uzmanlarına epidemiyolojik veriler üzerinden çalışma yapma olanağı sağlanmaması nedeniyle işçilerin, dar gelirli yurttaşların, evde kalma ayrıcalığından yararlanamayan geniş kesimlerin salgından nasıl etkilendiğine ilişkin yeterli bilgiye sahip olmasak da salgın sürecinde “Evde Kal” çağrılarına, Diyarbakır’da yoksul/dar gelirli kesimin daha fazla olduğu Bağlar ve Sur’da “Evde Kal” çağrılarına uyamaması bize bazı verileri daha açık vermektedir.
TTB ve Tabip Odaları olarak Covid-19 pandemi sürecinde başta Sağlık Bakanlığı ve İl Sağlık Müdürlükleri olmak üzere tüm kurumlarla iletişim içinde olmaya, onları bilgilendirmeye ve oralardan bilgilenmeye çalıştık. Salgının ilk döneminden itibaren Sağlık Bakanlığı ve müdürlük ile gerek kurumsal gerekse de kişisel iletişim kanallarının açık olması için çabaladık.
Bütün insanlarda ölümcül risk taşıması nedeniyle Covid-19 ile mücadelenin bütün dünyada ve ülkemizde bilimsel yöntemler ve epidemiyolojik veriler kullanılarak ciddi bir işbirliği ve koordinasyonla yürütülmesi gerektiğini dile getirdik.
“İl Pandemi ve Bilim Kurulları” başta Tabip Odaları olmak üzere tüm sağlık meslek örgütleri ve sendikaların olması gerektiğini ve katkı koyabileceğini illettik.
Bu konuyla ilgili odamızın ve ilimizdeki diğer sağlık meslek örgütlerinin katılımının sağlanması hususunda ilgili makamlara resmi başvuruda bulunduk. Yaptığımız başvuru üzerine kurula alındığımız ifade edildi. Ancak İl Pandemi Kurulu toplantısına şuana kadar çağrılmadık. Bu yöntemle çalışacak İl Pandemi Kurulu’nun ilimizdeki hekimler başta olmak üzere sağlıkçıların sorunlarına ve bir bütün olarak pandemiye bütünlüklü bir yaklaşım sergileyemeyeceği ve çözüm geliştiremeyeceği ve bu yöntemle pandemiyle mücadelenin il bazında ciddi aksaklıklara neden olacağını dile getirdik.
İl Pandemi Kurulu’nun odamız dahil olmak üzere tüm üyelerinin katılımıyla kuruluş amacına uygun bir şekilde çalışması ve karar süreçlerine tüm kurumların dahil edilmesi gerekliliğini bir kez daha dile getirdik. Her şeye rağmen diyalog kurma çabasından hiç vazgeçmedik. Hazırladığımız raporlarla gördüğümüz eksikleri sıkıntıları ve önerilerimizi kamuoyu ile paylaştık.
Dünya milyarlarca insanın geçimini, sosyal hayatını ve hepsinden önemlisi sağlığını bedenen ve ruhen sarsan, Covid-19 diye adlandırılmış bir pandemi döneminden geçiyor.
Covid-19 salgını kapitalist sistemin tüketim ve piyasa odaklı sağlık sistemlerinin iflasını gösterirken, geçmiş başarılı ve başarısız deneyimlerden dersler çıkarılarak kamusal temelli, insan odaklı, koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyen bir bakışın egemen olması gerektiğini açık olarak ortaya koymuş durumda. Bu nedenle Covid-19 sürecine dair bugün yapılacak her değerlendirme ve atılacak her adım, salgının sadece bu anını değil dünyamızın ve ülkemizin yakın gelecekte yaşayacağı sorunları için de belirleyici olacaktır.
İlk günden bugüne halkın, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının sağlığının korunmasının yanı sıra sağlığın sosyal belirleyicileri olan ve salgın ortamında milyonlarca yurttaş için “yeterli ve dengeli beslenebilmeyi” sağlayacak düzenli bir gelire sahip olma; ücretsiz ya da çok düşük harcamayla “barınma-ısınma-su-elektrik ve iletişim” olanağına sahip olma taleplerinin hem dillendiricisi hem de takipçisi olduk.
Bulaşıcı hastalıklar hekimler ve sağlık çalışanları açısından en önemli mesleki risktir. Ne yazık ki modern tıp tarihi bulaşıcı hastalık etkenini ortaya çıkarıp tedavi etmek için çaba harcarken hastalık etkeninin kendisine de bulaştığı ve kaybettiğimiz pek çok hekim ve sağlık çalışanı ile doludur. Bunların en sonuncusu ve Koronavirüs salgınından kaybettiğimiz ilk hekim hastalığı ortaya koyan ve hastaları tedavi etmek için didinirken kaybedilen göz doktoru Dr. Li Wenliang’dır. Kendisini ve dünyada Covid-19 nedeniyle kaybettiğimiz tüm sağlık emekçilerini saygıyla ve minnetle anıyorum.
Diyarbakır Valisi’nden Şimşek Alüminyum’a ziyaret4 Aralık 202418:35 Diyarbakır’da bakan ve sanayicileri buluşturan açılış23 Kasım 202420:38 Diyarbakır’da “Ekonomide Kadın Çalıştayı”23 Kasım 202420:32 Kayseri’nin Chocolabs’ı Diyarbakır’a lezzet kattı23 Kasım 202420:25 Amedspor’da Burç Baysal dönemi12 Kasım 202423:47