VEYSİ POLAT/ABORİ O cinayetin tek tanığıydım, adaletiniz nerede?! Türkiye’deki tüm adliyelerin duvarlarını süsleyen tek bir söz vardır: “Adalet Mülkün Temelidir”. Yargıçların hemen arkasında yer alan bu söz, duruşma salonuna gelen hemen hemen herkesin yüzüne bir tokat gibi çarpar. Adalet arayanlar, haklı veya haksız olanlar Türkiye’de ne yazık ki devlet eliyle sağlanacak adalet yerine vicdanın adaletine […]
VEYSİ POLAT/ABORİ
O cinayetin tek tanığıydım, adaletiniz nerede?!
Türkiye’deki tüm adliyelerin duvarlarını süsleyen tek bir söz vardır:
“Adalet Mülkün Temelidir”.
Yargıçların hemen arkasında yer alan bu söz, duruşma salonuna gelen hemen hemen herkesin yüzüne bir tokat gibi çarpar.
Adalet arayanlar, haklı veya haksız olanlar Türkiye’de ne yazık ki devlet eliyle sağlanacak adalet yerine vicdanın adaletine sığınır durur.
Nasıl mı? 28 yıl önce bugün (8 Haziran) işlenen bir cinayetin tek görgü tanığı olarak cinayet davasının tek bir celsesine dahil edilmeyen biri olarak anlatayım.
Benim iki dayım vardı.
Büyük dayım Baki Akdemir; 1980 darbesinden beri kendisi “kayıp”; ölmüşse mezarını dahi bilmiyoruz, sağ ise nerede yaşadığını.
Bu konuda devletin kaydında da “gaip” diye geçiyor Baki dayım. Yani, nerede olduğu, ne durumda bulunduğu bilinmiyor.
Diğeri ise annemin en küçük kardeşi, ikinci dayım olan Hafız Akdemir…
Ana konuya geçmeden önce bu iki dayımın bende bıraktığı etkiyi anlatmak istiyorum;
Çocukluk dönemini Diyarbakır’da geçirenler bilir. Bir kavga veya tartışma çıkınca taraflardan biri “Tayım(dengim) değilsen, git dayın gelsin” derlerdi. Bunun burukluğunu hep yaşadım. Çok kavga ettim, çok da dayak yedim ama dengim olmayanlar için çağıracak bir dayım olmadı. Aslında var ile yok arasındaydılar.
Büyük dayım Baki’yi (Akdemir) hayal meyal hatırlarım. Henüz dört yaşındayken kaybolmuşum. Annem feryat figan karakol ve belediyenin yolunu tutarken, Baki dayım Diyarbakır sokaklarını alt üst edip beni bulmuş. Siyah-beyaz televizyonlarda gördüğümüz artistler gibiydi. Bu yakışıklı adam, darbeci Kenan Evren ülke yönetimine el koyunca “kayboldu.” Onu ne gören ne de bilgi veren oldu. Rivayetler dolaştı durdu; aradan 39 yıl geçti hala ortada yok!
Diğer dayıma gelince…
Adı Hafız Akdemir’di.
Dört Ayaklı Minare’nin o meşhur Savaş Mahallesi, Barış Sokağı’ndaki evimize gelişini hatırlarım.
Ütü yoktu o zamanlar.
Anneme “Abla kot pantolonumu somyanın altında düzleştirdin mi?” derdi hep.
Giyimine önem veren, okumayı seven ve çevresine hep örnek olmak isteyen muhalif bir duruşu vardı.
O da bir gün aniden ortadan kayboldu. “Tutuklanmış” dediler. Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi, 33. Koğuşu – hiç unutmam. Bayramdan bayrama açık görüşlere gittiğimde hep onu seyrederdim hayranlıkla.
Dalgınlıklarım, benden büyüklerle yaptığım birçok kavgadaki “Tayım değilsen, git dayın gelsin” sözüyle dağılırdı.
Sonra koluna sarılırdım, elimle okşardım birazdan ayrılacağız diye… O ziyaretlerde en çok bana ısmarladığı meyveli gazozu severdim.
Aylar, yıllar geçti…
Sonra sürgüne gönderdiler.
O dönem “Eskişehir Tabutluğu” dedikleri Eskişehir E Tipi Kapalı Cezaevi’ne…
Onursuzluğu, tek tip elbise dayatmalarını, işkencelere karşı bedenini açlığa yatırmıştı.
Ta ki açlığının 52’nci gününde genel taleplerin kabul edilmesine kadar. Aylarca hastanede tedavi gördü. Sarılık ve ülser oldu, gözleri bozuldu…
Aradan aylar geçti…
1991’de Şartlı Salıverme Yasası çıktı ve tahliye müjdesi geldi.
Hiç unutmam; tüm aile Seyrantepe’deki otogara akın etmiştik. Otobüs hangi ara geldi, hangi ara indi Hafız dayım; gören yok!
Biz ona, o koşarak bize gelmiş; habersiz. Biz otogardan eli boş dönerken, Azizoğlu Mahallesi’ndeki evimizin önünde o bizi bekliyordu…
O’nu görünce mahallede bana “tayın gelsin diyenlere…” haykırasım geldi. Evet, benim de dayım vardı artık! Aramızdaydı. Demir parmaklıklar olmadan, jandarma, gardiyan tepemize dikilmeden!
O tahliye olmadan önce babam ve dedemi peş peşe kaybedince anneanneme yerleşmiştik.
Tüm kuzenler arasında en şanslı olanıydım.
Artık “kahramanım” dediğim adamla gece gündüz beraberdik.
Bir bebeğe bakar gibi baktı anne annem ona.
Gece uykusundan uyandırıp sütüne, çok sevdiği sütlacına kadar hiçbir şeyi eksik etmezdi ona.
Açlık grevinde bedeni yıpranmıştı ve toparlanması gerekiyordu.
İki aylık bir süreden sonra daktilo alıp, cezaevi anılarını yazmaya başladı.
Sonra Leyla (Zana) abladan haber geldi. Eşi Mehdi Zana ile koğuş arkadaşı olduğu için Leyla abla ile ziyaret günlerinde tanışmıştı.
Halkın Emek Partisi’nden (HEP) aday gösterilince Yeni Ülke Gazetesi’ndeki çalışmasını bırakmak zorunda kalacaktı. Hafız dayıma “Sen yazı yazmayı seven birisin. Bilgin, birikimin de çok. Gel Yeni Ülke’ye” demişti.
Hafız dayımın gazetecilik serüveni işte böyle başladı.
1991’in Ağustos ayıydı. Bir ay sonra “sen de gel çok kavga ediyorsun, başı boş gezme. Enerjini bize ofis boy olarak harca” demişti. Benim de serüvenim böyle başladı.
“Kahramanım”la artık günün 24 saati birlikteydim.
Üretkendi, bilgiliydi, cesurdu…
Çok kısa sürede önemli haberlere imza attı.
Önce Özgür Gündem büromuzun kapısına gazete küpürlerinden “Sıra Sizde” yazısı yapıştırıldı.
Ardından fiziki takipler…
İstanbul’daki gazete merkezinden Onu geri çektiler.
İstanbul’da iki ay kaldı, sonra “benim yerim memleketimdir” deyip geri döndü.
Ta ki o güne kadar…
Tarih 8 Haziran 1992 idi.
Yine bir Pazartesi günüydü.
Sabah 08.25’te evden çıktık.
Palu Fırını’nın olduğu sokağa geldiğimizde bir çek çek arabası belirdi ileriden.
O sağa ben sola yanaştım.
El arabası geçti, ona dönmemle patlama bir oldu.
Zaman durdu o an.
Her şey sanki ağır çekim halindeydi.
Nazlı bedeni düşmeden önce gövdemi uzattım yere düşmesin diye; sonra arkasına bakmadan kaçanın peşinden gitti ayaklarım…
Bir kurşunu da bana ayırmıştı korkak katil…
Hızlıca kaçtı, bana ise kanlar içindeki o kahramanımın bedenini taşımak düştü.
Hastanede iki saat direndi, ama olmadı.
İfadem için polis aracında karakola götürülürken kulağıma çalınan “Başka çalışacak gazete mi yoktu” sözü, aslında aradan geçen 27 yılın özeti gibiydi.
Ateşten gömlek giymekle eş değer olan objektif haberciliği yapan gazetecilerden biriydi Hafız Akdemir.
Önce öldürüldü, ardından “olaylar çıkacak” diye polisler tarafından cenazesi morgdan kaçırılıp, aile rızası olmadan Mardin Kapı Mezarlığı’nda defnedildi.
Oysa onun vasiyeti vardı.
Annesine “Biz seninle çok ayrı kaldık. Hasret gidereceğiz ana. Kim önce ölürse mezarı yan yana gelecek” demişti.
Üç günün ısrarıyla gömüldüğü yerden çıkarıp Lice’nin Yolçatı Köyü’ne gömüldü.
Sonra anneanne vefat etti.
Onu da hasret kaldığı oğlu Hafız’ın yanına gömdük.
Hafız, sağında babası, solunda da annesinin ortasında ebediyen uyuyor şimdi.
Diyarbakır Söz Gazetesi’nde 12 Haziran 1992’de Hafız Akdemir’in cenaze nakline dair yayınlanan haber.
Peki, o tarihten bu yana bireyin yaşam hakkını korumaktan sorumlu olan devlet ne yaptı?
Onu da kısaca anlatayım:
17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz’da Hizbullah’ın “hücre evi” olarak kullandığı villada bir CD ele geçirildi. Bu CD’de C.Y. adlı Hizbullah üyesinin, Demokrasi Partisi (DEP) Milletvekili Mehmet Sincar ve Hafız Akdemir ile birlikte toplam 6 öldürme ve 2 yaralama olayının faili olduğu yer aldı. Bunun üzerine C.Y. adlı kişi, 2008 yılında Avusturya Viyana’da Interpol tarafından yakalandı ve Türkiye’ye iade edildi. C.Y., Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamaların ardından 6 cinayet ve 2 silahlı yaralama eylemlerinden sorumlu tutularak, 30 Mayıs 2013 tarihinde ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Sanık avukatı, yargılama sürecinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) işkence, uzun tutukluluk, adil yargılama haklarını düzenleyen 3, 5 ve 6’ncı maddelerinin ihlal edildiğini öne sürerek, yeniden yargılama talep etti. Mart 2019’da dilekçeyi inceleyen Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, söz konusu AİHS maddelerinin ihlal edildiğine karar vererek, yargılamanın yeniden yapılmasını istedi. Aynı kararda yargılanmanın durdurulmasına karar veren mahkeme, yurtdışına çıkış yasağı şartıyla sanığı tahliye etti.
Evet, 6 cinayet ve 2 yaralamaya verilen müebbet ceza bu şekilde son buldu.
Katil şimdi aramızda gezer durur…
Emniyetin resmi kayıtlarında olayın tek görgü tanığı olduğum ve saldırganı kovaladığım, yüzünü net bir şekilde gördüğüm ifadesi yer almasına rağmen yargılamayı yapan mahkemenin yargıçlarına sormak isterdim: neden zahmet buyurup bugüne kadar görgüme başvurmadınız?
Tüm dünyada bu tip vakalarda evrensel normlar vardır. Bir cinayet işlendiğinde polis öncelikle olay yerinde titizlikle delil toplar sonra da tanık var mı diye ona bakar.
Ama bu normlar Hafız Akdemir cinayetinde ne yazık ki işlemedi.
Gelinen noktada artık tetiği çekenin kim olduğuna bakmıyoruz ve önemsemiyoruz. Akdemir’in ailesi olarak soruyoruz:
Bu tetikçilerin arkasındaki güç veya güçler kim?
Bu cinayeti neden işlettiler veya cinayetin işlenmesine sebep oldular?
Bu soruların yanıtı bulununcaya dek bizim de mücadelemiz devam edecektir.
(Hafız Akdemir’in anısına)
Diyarbakır’ın dünyaya açılan firması ABD’de görücüye çıkıyor28 Ekim 202411:03 Gazetecilerin abisi, Diyarbakır’ın birleştirici gücüydü…20 Ekim 202401:47 Diyarbakır’da arsa spekülatörleri devrede15 Ekim 202421:10 Filistin heyetinden Diyarbakır OSB’ye ziyaret15 Ekim 202411:29 Diyarbakır’da çocuklar ve kadınlar savunma eğitimine başladı14 Ekim 202422:59